Den azından 17. yüzyıldan berie yüzyılda Avrupalılar “ilerleme” kavramına bağlıydılar. Tarihi bir inişler ve çıkışlar döngüsü olarak görmek yerine, sonunda şu gözlemle:“Güneşin altında yeni bir şey yok”Vaiz kitabının söylediği gibi, Aydınlanma filozofları olarak bilinen entelektüellerin çoğu bir tür ilerlemeye inanıyordu. Bunun mümkün ve arzu edilir olduğuna inandılar (bunlar aynı şey değil) ve bunun nasıl başarılacağına dair ayrıntılı bir gündem geliştirdiler. İlerlemenin anahtarlarından biri yararlı bilgi, yani maddi refahı artırmak için kullanılabilecek doğal olayların anlaşılmasıydı. Başka bir deyişle teknolojik değişim ekonomik büyümeye yol açmıştır.
Aydınlanma’nın maddi ilerleme programı, destekçilerinin en çılgın hayallerinin bile ötesinde muazzam bir başarıydı. 19. yüzyılda Batı Avrupae yüzyıl ve sonrasında, şimdi “büyük zenginleşme” olarak adlandırılan, yaşam standardına ilişkin tüm göstergelerin katlanarak arttığı bir deneyim yaşadılar: yaşam beklentisi iki katına çıktı ve kırmızı şaraptan diş bakımına kadar insanlar tarafından tüketilen tüm mal ve Hizmetler önemli ölçüde arttı. daha iyi ve daha ucuz.
Ancak teknolojik ilerlemenin yol açtığı ekonomik büyümenin büyük bir dezavantajı var: Yeni bir şeyin tam etkileri, tanım gereği hiçbir zaman önceden tam olarak bilinemez. Bu nedenle, istenmeyen sonuçların eninde sonunda ortaya çıkması ve yeniliğin başarılarını tehlikeye atması riski her zaman vardır. Böylece asbestin mucizevi bir yapı malzemesi olarak 20. yüzyılın ilk yarısında yaygınlaşmasıe Yüzyıl dikkat çekicidir. Popülerliği esas olarak yangına dayanıklılık, ses emilimi, çekme mukavemeti ve uygun fiyat gibi özelliklerinden kaynaklanıyordu. Bir başka örnek ise, 1920’lerde benzin katkı maddesi olarak kullanılan ve yaygın beyin hasarına neden olan bir sinir gazı olan tetraetil kurşunun kullanılmasıdır.
Farkındalık
Büyüme iyimserleri, haklı olarak, bu tür beklenmedik hataların, bilinmeyene adım atmanın kaçınılmaz bedeli olduğunu, ancak ilerlemenin genel olarak faydalarının maliyetlerden daha ağır bastığını savunurlar. Bazı durumlarda zararlı maddelere veya tekniklere alternatifler bulunmuştur. Ozonu tehdit eden CFC’leri yasaklayan 1987 Montreal Protokolü buna bir örnektir. İlerlemenin yolu her zaman yukarı doğru olmayabilir, ancak genel ilerleme ilerlemeye devam ediyor.
Bu makalenin okunacak %55’i kaldı. Geri kalanı abonelere ayrılmıştır.